DEPREM VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Share on facebook
Facebook
Share on twitter
Twitter
Share on whatsapp
WhatsApp

Ülkemiz, Kahramanmaraş merkezli Hatay başta olmak üzere; (Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Osmaniye, Elazığ ve Adana) 11 ilde hissedilen depremle beraber büyük bir yıkım yaşandı.

Ekranlarda görülen enkazın dışında yüreklerde hissedilen büyük bir acı ve trajedi yaşanıyor. Yaklaşık 13 milyon insan depremden birebir etkilendi. Birçoğu vefat etti, yaralandı, ailesini, evini barkını, çevresini ve bütün birikimini kaybetti. Doğup büyüdüğü, yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Birçoğu dünyada tek başına kaldı. Birçok çocuk anne-babasız, anne-baba; çocuksuz kaldı. Dede/nine; evlatsız, torunsuz, kimsesiz kaldı. Bunlar işin gerçek acı ve trajik yönü.

Konuya nereden baksak her tarafı yürek burkan acılarla dolu. Bu insanların moral ve psikolojik desteğe muhtaç olduğu bir anda “yaşananların ne kadar büyük olduğunu anlatmak ve sansasyonel cümleler kurmak” ne kadar kötüyse, afet bölgesine doğru dürüst yardım gelmeden, enkaz kaldırılmadan, muhtemel İstanbul depremini tartışmak, deprem algısını yönetmeye çalışmak, siyasi çekişme haline getirmek de en az o kadar çirkin!

DEPREM KARNEMİZ

Deprem öncesi yapılan hatalar bir yana, deprem esnasında sürdürülemeyen süreç pahalıya mal oldu. Deprem sonrasına ilişkin umutlarımızı ise şimdiden kaybetmek istemiyoruz.

Deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler şeklinde üç aşamalı bir süreçten söz edilebilir.

Öncesinde hangi hatalar yapılmadı ki? Kötü şehirleşme, dar sokaklar, plansız yapılaşma, yapı denetim yetersizliği, ruhsatsız inşaat, zemin etüdü, uygun yoğunluk, fay hattına çok katlı bina, imar planı, beton sınıfının kontrolü, eksik demir donatı, kalitesiz inşaat malzemeleri, yandaşa ihale verme ve hemen her dönem tekrarlanan imar affı gibi bir çırpıda akla gelen bir sürü ihmaller zinciri var. Hatta bazı bölgelerdeki (Hatay örneği gibi) yerel siyasi çekişme ve hesaplaşmaları buna ekleyebiliriz.

Her şeyden önce bizim Allah’ın kâinatı yönetme biçimi (sünnetullahı) anlamadığımızdan, başımızı dertten kurtaramıyoruz. Deprem bölgesi olan ülkemizde felaketler olmadan önce alınacak tedbirler, “bu işten ne kadar az zararla kurtuluruz” hesabı mutlaka yapılmalıydı. Duygusallığı bırakıp tedbir alınmalı, bütün tedbirler alındıktan sonra da tevekkül edilecek ve Allah’ın yardımı beklenecekti. Tedbir almadan ve sorumlulukları yerine getirmeden Allah’ın yardımını beklemek, şımarıklık ve kibrin bir çeşididir.

SORUMLU KİM?

Peki, bu tedbirleri kim alacaktı? Tabii ki halktan önce devlet aklı ve kamu otoritesi ile yapılacaktı. Şehirleşme, planlama, denetleme ve altyapı gibi işler deprem ülkesinde olması gerekenlerdi.

Yakın tarihlerde 17 Ağustos 1999 depremi, Van-Elâzığ depremleri yaşanmışken; henüz cesetler bulunmamışken, enkaz kaldırılmadan, fay hattı zemin durumu tespit edilmeden alelacele; inşaatlara başlanacağı, şehirlerin kurulacağı, ihale sürecinin tamamlandığı gibi sözler hangi akla hizmettir anlamak mümkün değil. Artçı sarsıntılar bitmeden yangından mal kaçırırcasına alelacele inşaat yapılması ne kadar mantıklı? İzahı mümkün değil.

Deprem öncesindeki ihmaller bir yana, deprem sırasındaki -tutum ve tavır diyemeyeceğim- facialarda da maalesef sınıfta kalındı.

Bütün bunlara ilaveten “siyasi irade” birilerini tehdit ediyor, ayar veriyor, hakaret ediyor, ağza alınmayacak cümleler kullanıyor. Bu tavır merhametsiz, acımasız, insafsız olunduğu içinse söyleyecek bir şey bulamıyorum. Yok, başarısızlıkları örtmek için ise nafile. Peş peşe sıralanan vaatler de karın doyurmuyor. Deprem bölgesinde olup depremi yaşayan insanların gelecekle ilgili siyasileri dinlemeye, vaatleri duymaya ne mecalleri ne duyguları ne de psikolojileri var.

Doç. Dr. Necmettin Çalışkan 03.03.23

İlgili Haberler

Share on facebook
Share on twitter
Share on whatsapp
Share on pinterest
Share on tumblr
Share on email
Puan Durumu